Otomobil almaya gidersiniz, satıcı size üründe sıra olduğunu söyleyince hele bir de arzu ettiğiniz model ise yanıp tutuşursunuz.
Bir an önce sıraya girme arzusu doğar içinizde ve kaporayı verip bir güzel rahatlarsınız.
Aynı şekilde konut satışlarında da yokluk stratejisi çok yaygın uygulanır.
Ama önemli olan varlık veya yokluk stratejisi değil de asıl olan markadır.
Geçtiğimiz hafta gazetelerde İsviçre saatlerinin satışlarda tüm zamanların rekorlarını kırdığını yazıyordu.
Aynı zamanda habere konu olan saat markası temsilcisi yokluk stratejisinden bahsediyordu.
Yine aynı haberde özellikle Rolex ve Patek Philippe gibi dünyaca ünlü markaların bazı modellerinde iki yıl gibi bir süre sıra bekleneceği de belirtiliyordu.
Bu tür beklentilerin ve ürün yokluğunun ikinci el piyasasını da coşturduğu ve kolunuzdaki saatin modelinin bekleme süresi uzunsa iki üç katı fiyata da alıcı bulduğu haberin ayrıntıları arasında yer alıyordu.
Tabii ki sadece saat değil bütün lüks tüketimde dünyada bir patlama olduğu da bildiriliyordu.
Örneğin mücevherat satıcısı mal yetiştiremiyoruz diye yakınıyordu.
Artık pandemiden kurtuluşu mu kutluyor insanlar yoksa hayat çok kısa, istediğimi giyeyim veya alayım diye kendilerini mi ödüllendiriyorlar bilinmez.
Burada bu haberden yola çıkarak hayatın kime ne kadar ucuz kime ne kadar pahalı olduğunu bilemeyiz.
Sırf bu habere bakarak sayfalarca yazı konusu çıkarabilirim, mesela bir yanda marketlerde çocuk mamasına kilit takılıp satılırken, diğer taraftan istediği parayı verip malı satın alamayan bir dünya.
Sizlerin de bildiğiniz, Kafiyesi bol bir söz bilirim ve her zaman söylerim.
“Zenginin kağnısı dağdan aşar, fakirin eşeği düz yolda şaşar.”
Diğer taraftan da demek ki mutlu olmanın yollarını aramak farklı ve bunu fark eden firmalar hem marka olmayı beceriyorlar hem de değerinin çok çok üstünde pazar bulabiliyorlar.
Stratejinin adına ne dersek diyelim ama böyle pazar, üretim ve markalaşmanın darısı ülkemizin başına.