Benim doğduğum sene, doğum oranı mı düşüktü, yoksa 80'lerden itibaren mi bir patlama yaşandı hiç bilemiyorum ama kendimi bildiğim, yahut halk arasında "aklım erdiği" senelerden itibaren yaşadıklarım, yorumladıklarım, kıyasladıklarım, çıkarımlar yaptığım malzemeleri ve 70'lerin başından itibaren izlediklerimiz, deneyimlediklerimiz, yaşadıklarımızı yad edip anacağım insan sayısı o kadar az ki, bu bende artık büyük bir keder oluşturmaya başladı...
Aytaç Kardüz'ün ciddiyetle haber sunmasını, haber sunarken giydiği dik yakalı gömlekleri ve boğazlı kazakları, müthiş mikrofonik sesini, fevkalade düzgün Türkçe'sini, ciddi yüz hatlarını, hem özlemden; hem de şimdiki yayıncılık anlayışının ve spikerlik kalitesinin değişmesinden duyduğum şaşkınlık ve kederi bir nebze de olsa unutmak ve geçiştirmek istediğimdenolsa gerek, sık sık hatırlar ve internetten açıp açıp izlerken yakalıyorum kendimi..
Aytaç Kardüz salt yurt ve dünya gündemi sunan bir spiker değil, bir döneme damgasını vuran bir sembol, bilge bir örnek, bir mihenk taşı ve onu "aklı ererek" izleyecek çağda olanlara, kailteli ve dupduru yaşamın hasretini hissettirecek bir önemli figürdü. O dönemin kadınları için de bir moda önderiydi. Saçlarını nasıl taratmış, ne giymiş dikkatle izlerdi hanımlar.. Biraz önce açtım izledim, yıllarca izini kaybettiğim ve tesadüfen karşlaştığım bir aile dostumuzun çehresini görmüş gibi olup tarifsiz sevinçlere gömüldüm.
Sonra ardısıra sökün etti o muazzam kadro:
Jülide Gülizar, Mesut Mertcan, Tuna Huş, Orhan Ertanhan, Zafer Kiraz, Çetin Çeki, Nermin Tuğuşlu, Şengül Kılıç, Zafer Cilasun ve diğerleri...
Haberi "Esen Kalın" diye bitiren o en güzel kadro...
Halit Kıvanç'ın kulağa hoş gelen melodik sesini, düzgün Türkçe'sini, ekran enerjisini, platin saçlarını, akıcı konuşmasını, konuklarıyla girdiği sıcacık diyaloğu ve izleyiciye hissettirdiği güven duygusu nasıl unutulur?
Orhan Boran'ın lezzetli sohbetleri, program sunucularının dolu, dopdolu ve insana muhakkak birşeyler veren, ekrandan evlere sıcaklık, güven ve bilgi yayan o insanları, o anlayışı, o dönem vizyonunu özlememek münkün olabilir mi?
Yurdu karış karış gezen, yöresel yemekleri tanıtan ve tadan, yöre insanlarıyla sohbet eden gezi ve yemek programı denince aklıma sadece TRT'nin efsane programı "Gezelim Görelim" ve sunucusu Nuray Yılmaz geliyor.. Seviyesini düşürmeden, cıvıklaşmadan, antipatik olmadan, usturupluca ve sıcacık bir enerjiyle dolu dolu programlar sundu. Onu bir anneyi, teyzeyi, halayı özler gibi özlüyorum...
Orhan Ertanhan haber sunarken, yüz hatları babama da benzeyen bu beyefendide, babamdaki ölçülü ciddiyetin bir benzerini görür; bana bişey olmaz duygusunu, güvende ve evimde olduğumu, birazdan tatlı bir uykuya dalacağımı duyumsardım. Açtım onu da izledim şimdi. Öz amcam, öz dayım gibi bir tanışlık bir yakınlık duygusu, gözlerim hafif dolu ve kaybolan "değerleri" çağrıştıran o cızırtılı ve siyah beyaz ekran görüntüsü...
Zaman çok şey kaybettirmiş "değer" dediklerimize...
Her şey ne kadar değişmiş...
Sadece televizyon değil, sadece televizyonun içinden gelenler değil, hayat görüşleri, bakış, hissediş ve tavırlar da değişmiş...
Rahatsız mıyım? Ne yazık ki evet.
Devir elbette değişecek, elektronik eşyalar çoğalacak, internet gelecek, her şey daha pratik, hızlı ve kolay olacak. Zamandan tasarruf edilecek, sevilenlere daha kolay ulaşılacak tamam ama, masumiyet, utanma, saygı, sükunet, görgü azalıp bitmeye yüz tutunca, koyu bir keder yapışıp kalıyor insanın her yanına...
İşte tüm bunları hiç yaşamamış bir kuşakla, kadirşinaslığı tatmamış bünyeleri ve farklı algılayışlarıyla irtibat kurmaya çalışmak, sadece Japonca bilen bir Japonla Türkçe konuşup anlaşmaya çalışmak gibi.
Mecburen ayak uydurmaya çalışıyor, adapte olmaya çalışyor, bazen tuhaf tuhaf konuşuyor, işi deliliğe ve çılgınlığa vuruyorsunuz. Oysa dilinizden anlayan kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.
Bir de sizinle aynı kuşaktan, aynı zaman diliminden gelip, sizinle aynı esefi paylaşmayan, sizi anlamayanlar varsa durum biraz daha kötüleşiyor.
Ne konuştuğunuz TRT Türkçe'sinden anlıyor, ne okuduğunuz kitapları, dinlediğiniz güzelim şarkıları, ne Edebiyatı, ne sanatı, ne kült filmleri konuşup mutlu olacağınız insanlarla karşılaşıyorsunuz.
Şimdi her şey internetten indirme, zamanın tabiriyle "çakma" , hızlı, kalitesi bozulmuş, ruhsuz ve niteliksiz...
12 Eylül darbesini seslendiren spikerin Mesut Mertcan olduğunu bilen, Rafaella Carra şovu çıktığında kalkıp danseden, sokakta seksek oynamış ve ip atlamış, karşı komuşuya gidip "Eğer müsaitseniz annemler size gelecek" diyen çocuklar nerede?
Olumsuz konuşmadan, boş konuşmadan, serinletici, ferahlatıcı, ruha iyi gelen sohbetlerin edilebileceği, birlikteyken vaktin nasıl geçtiğinin anlaşılmadığı o akranlar nerede?
70'lerde doğan nesil neredesiniz?
Ben kendimi çok ama çok yalnız hissediyorum..
Çoğu kez köreldiğimi hissediyorum...
Aynı Necefli Maşrapa'ya gözünü ayırmadan bakan kuşak...
Sizi çok özlüyorum...