Yağmurun sesine bak şarkısı geldi aklıma bugün. Cama vuran her damla, beni harap ediyor... diye gidiyor şarkı. Anılar gözünün önünden kayıp giderken insanın damlalara tutunası geliyor. Bir damlayla sevdiklerine ulaşası... Ama nafile. Hatta biraz paramparça, Teoman’ın dediği gibi. Vakit bir türlü geçmezken, yıllar hayatlar geçiyor. Ne diyordu şarkı? Babamın öldüğü yaştayım. Belki daha çok yaşıyoruz büyüklerimizden, ama daha büyük olamıyoruz. Büyüyen içimizde ukde kalanlar, söyleyemediğimiz kelimeler...
Bir söz vardı; balıklar da ağlar, ama gözyaşları görünmez. Hepimizin acıyan bir yanı var. Sadece görünmüyor. Hep bir onaylanma telaşında, sosyal medyadaki fotoğraflarda gülümsüyoruz. Ama yüreğimizdeki fırtına kendimizle baş başa kalınca ortaya çıkıyor. Ve korkuyoruz çocuk gibi. Yağmurun sesine bak... Nasıl bakılır onca gök gürültüsünün arasında?
Ama korkma sen çocuk. Sen güçlüsün, değerlisin. Neden biliyor musun? Çünkü sen tanrının dünyaya üflediği nefessin, onun bir parçasısın...
Hepimiz tanrı vergisi öz değerimizle geliyoruz dünyaya. Derken zamanla kendimizden kopuyoruz. Beklentiler beklentiler... Uzmanlara göre, üzerine geleceğimizi kuracağımız benlik altı yaşında oluşuyor. Sonra yeterlilik duygumuz gelişmeye başlıyor. Tam da okul yılları, ne tesadüf! Ve bir acayip zor yarış başlıyor, Sezen Aksu’nun şarkı yaptığı. Hep bir kıstas, karşılaştırma. Ama kolay gelmiyor elbet, ne kadar kolay gelsin desek de. Doğal değil, doğamıza uygun değil. Balonu bir taraftan sıkınca, diğer taraftan patlıyor.
Mona Liza’nın Gülüşü filminde tam da buna bir örnek var. Filmde Katherine (Julia Roberts) eğitmen olarak yatılı bir kız okuluna tayin oluyor. Sanat eğitimi veren üniversite ayarında bir okul. Ama asıl misyonu, kızları donanımlı bir şekilde evliliğe hazırlamak. Katherine de bunu kırmaya çalışıyor, film bu mücadele üzerine kurulu.
Öğrencilerden Betty, tam okulun istediği gibi bir öğrenci. Daha okula devam ederken evleniyor. İdeal bir ev hayatı var gibi,ama gerçek öyle değil. Kocası onu aldatıyor. Boşanmak istiyor, annesi onaylamıyor. Sıkışıp kalıyor. Peki ne yapıyor bu durumda? Nişanlısından ayrılan Katherine’e saldırıyor. Onun özgür kadın fikrini kötü kadın olmayla eşdeğer tutuyor. Bu da yetmiyor, sınıf arkadaşı Connie’nin ilişkisini, çocuk nişanlı diye yalan söyleyerek bozuyor.
Yaşananlar tam bir negatif aynalama, kendi durumunu başkasına mal etme örneği. Sizin de böyle enerjinizi tüketenler olmuyor mu? Ha bire ikna etmeye çalıştığınız, ama bir türlü aynı frekansa geçemediğiniz?
Neyse ki filmde duygusal patlama pozitif bir teslimiyete dönüşüyor, birbirlerine sarılıyorlar. Betty, derinlerde ruhunun istediği şekilde bir hayat kurma cesaretini kendinde buluyor. Katherine okulun baskısına boyun eğmiyor ve ayrılıyor. Connie erkek arkadaşıyla güven tazeliyor...
Benim için kıssadan hisse, didişme sarmalından bir an önce çıkmak. Zira birbirimizle didişirken kendimizle didişiyoruz. Kendimizi severken de birbirimizi...
Ben değerliyim diyebilmeli insan kendine. Birilerine ya da bir şeylere tepki olarak değil, varoluşunu teyit etmek için. Ya da yaradılanı sevmek adına, yaradandan ötürü, Yunus gibi...
Sevgiyle kalın.
Mahir Arıcı 1 yıl önce
Yüksel Çilingir 1 yıl önce