Eylül geldi, yavaş yavaş hüzün mevsimine geçiş yapıyoruz. Baştan güzel gelecek belki serin esen rüzgarlar. Sonra düşen bir yaprak görünce kopup giden bir şeyleri hatırlayacağız. Hayat devam etse de ayrılıkları kabul etmek kolay değil.
Bir de öğrencilik şarkımız vardı: Eylülde gel. Dinlerken okul aşkımız bizi bekliyor gibi hissederdik. Ya da okulda bir aşk. Halbuki bekleyen bizmişiz kendimizi. Ne kadar da hızlı büyüdük! Nasıl da acele ettik hep bir sonraya! Marifetmiş gibi bir an önce büyümek.
Eylül ayında yeni başlangıçların heyecanı var. Öğrenciler için okulun ilk zili eylülde çalıyor. Yeni sezon sanat etkinlikleri, televizyon programları... Ama eylül ayının hepimiz için çok daha özel bir anlamı var; yeni çağın başlangıcı olması. 30 Ağustos Zaferi'nden sonra düşmanı yurdumuzdan eylül ayında çıkardık. 9 Eylül’de İzmir’den, 11 Eylül’de Bursa’dan...
Selahahaddin Eyyubi, Kudüs Haçlı işgali altına alındığında sarığındaki beyaz sargıyı çıkarmış, Kudüs geri alınana dek siyah sarık takmıştı. Atatürk de Bursa’nın işgali sona erene kadar TBMM kürsüsüne siyah bir örtü örtülmesini istedi. Zira Osman Gazi’nin kabrinin olduğu şehirde Yunan bayrağının dalgalanması Türk milletini derinden yaralamıştı. Bursa’da 8 Temmuz 1920’de başlayan Yunan işgali, Büyük Taarruz harekâtı ile 11 Eylül 1922’de sona erdirildi. Böylece Meclis’teki siyah örtü de kaldırıldı.
Ve bir yıl sonra, 1923 yılının sonbaharında umutlarımız çiçek açtı, ilkbaharı yaşadık. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetimiz kuruldu.
Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lâzım olanı yapmağa hazırız. (1923, Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri III, S. 71)
Sonrasında her şey güllük gülistanlık değildi elbet. Eylül ayında gerçekleşen kötü bir hatıramız da var: 12 Eylül darbesi. O zaman kurtuluş gibi gösterilen, ama nice canın yandığı, ana yüreklerinin dağlandığı o karanlık dönem. Benim de elimde valiz üniversite için Ankara’ya gittiğim sene. Şehirlerin göz altında olduğu zamanlar.
Eylül Fırtınası filmini izlediniz mi? Film, 12 Eylül döneminde Metin isimli beş-altı yaşlarında bir çocuğun ve ona bakan yaşlı bir kadının göz altına alınmasıyla başlıyor. Metin’in annesi hapiste, babası firarda. Aramalarda suç delili olarak kitaplar toplanıyor. Öylesine çaresiz bir öfke, kendi suçunu saklama telaşı darbecilerde. Ama kafadakileri silmek, güneşi balçıkla sıvamak mümkün mü? “Asıl benim çocuklarım vatansever” diyor çocuğun dedesi, Hüseyin Efe, torununu polisten teslim alırken. Diğer tutsaklar çocuğun arkasından “çıkınca güneşe bak bizim için” diye sesleniyorlar. Bir yandan aydınlığa özlem, bir yandan gerçeğe duydukları inanç. Zira güneş her şeye rağmen doğuyor. Ağaçlar meyve vermeye devam ediyor. Filmin bir başka yerinde Hüseyin Efe’nin “şu tabiatın bereketinden insanlar neden ders almazlar ki” dediği gibi.
Yaşananların en kötü tarafı insanların muhbir kesilip konu komşusunu ihbar etmesi. En iyi tarafı da birbirine sahip çıkan insanların hala var olması. Anlamsızlık ile anlamlar yan yana. Hüseyin Efe’nin “Düşman yoksa kim yaptı bunları” sözleri filmin sonuna damgayı vuruyor. Yaşananlar çocuğun gözünden anlatılıyor, filmin güzelliği orada. Nefrete rağmen sevgi, acıya rağmen umut var; dökülen yapraklar arasından çıkan bir tomurcuk gibi.
Bugün 20 milyon öğrenci için okul zili çalıyor. 20 milyon tomurcuk çiçek açacak. Bursa’mızın kurtuluşunu kutlayacağız. Tarih boyunca önemli rol oynayan şehrimizle gurur duyuyoruz. Ve cumhuriyetimizin 100’üncü yıl dönümünün arefesindeyiz. Çok yakında milletçe dalya diyeceğiz.
Bu arada Cumhuriyetimizin örnek kadınları Filenin Sultanları’nı unutmamalı. Bu yıl eylül ayının ilk ışığı onlardan geldi. Her türlü tartışmaya da “ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” diyerek “hâl” ile cevap verdiler.
Velhasıl eylül bereketli ay. Herkesin hayatının yeni sezonda daha güzel olması dileğiyle. Sağlıklı, huzurlu... ve özgür.
Sevgiyle kalın.
İzlememiş olanlar için film bağlantısı: